1 Şubat 2018 Perşembe

EVDE SİRKE YAPMAK

Bir Geri Kazanım Uygulaması Olarak Sirke

Kendi kendime sirke yapma maceramın yaklaşık on yılı aşkın bir mazisi var ama ne yazık ki küçük heveslerle başlayıp büyük bir acemi şansıyla sürdürdüğüm bu serüven hep hüsranla son buluyordu. Yaptığım canım sirkeler aile bireyleri tarafından pislik unsuru sayılarak çöpe atılıyordu. Her konuda vizyoner yapım ailemin prangalarından köreldi kaldı.

Benim aşırı acıklı hikayemi bir kenara bırakırsak en son 2011 yılında yaptığım ve mis gibi olan karadut sirkem çöpü boylayınca bu işlere küstüm ve o günden sonra hiç ilişmedim. Gerçi uğraşacak fırsatım da olmadı ama fırsatı değerlendirecek hevesim de kalmamıştı zaten. Konumuza dönecek olursak evde sirke yapma furyası moda olunca bizim evdekilerde bir heves bir heyecan. Onlar sirkeyle gelen aydınlanmayı daha yeni keşfetmişlerdi.

Sirkeyle aydınlanma mı olur diyenleri burada kendi hallerine bırakıp, buradan sonrasında ufku geniş arkadaşlarla yola revan olacağım. Cahil sevmiyorum çünkü.

Fermente yaşam, alkali yaşam, gaps, fitoterapi, homeopati gibi akımlar ivme kazandıkça kah eskide kaldığı düşünülen geleneksel usuller kah yeni yeni usul, teknik, kavram ve uygulamalar günlük yaşamda yerini alır oldu.
Örneğin bizim evde turşu kurulurdu ve biz turşuyu çok seven insanlardık ta ki çok bilmiş peder "herkes evindeki turşuları atsa tansiyon hastalığı yarıya düşer" isimli gazete yazısını KHK ile uygulamaya alıncaya kadar. Turşu kurulmadığı gibi evde turşu da barındırmaz oldu. Sayesinde okumuş cehaletin ne lanet bişey olduğunu biliyorum. Haliyle bu sağdan soldan okuyup da hayatının kayıp tılsımını bulmuşçasına her yeni akıma balıklama atlayanlara da destur çekerek yaklaşırım.

Yanlış anlaşılması, yeniliklere kapalı bir insan değilim ama yukarıda da örneğini paylaştığım gibi bu tür konularda furyalara kapılmayı manipülasyona açık buluyorum. İnsan yaşamı hele ki insan sağlığı manipulasyonlardan korunması gereken kritik bir hadisedir. İnsanlara senelerce yağ yemeyin dediler, şimdi ise bağımsız bilim adamları ve kuruluşlar depresyon ile yağsız beslenme arasında bir korelasyon olup olmadığı tartışıyor. Daha vahim örnekler verilebilir ama konumuz bu değil. Dolayısıyla furyayla gelen furyayla gider azizim biz kendimize bakalım.

Turşu denince benim aklıma Neşeli Günler, Adile Naşit, Münir Özkul gelir. Sonrasında da ne bileyim lahana turşusu, hıyar turşusu, gök domates turşusu, siyah üzüm turşusu, pancar turşusu gelir. Fermente içecek deyince de turşu suyu, sirke, şalgam suyu, boza, tarhana çorbası gelir, pancar kvas ya da kombuça gelmez.
Kendiliğimden elma, erik, çağla, havuç turşularını denemiş birisi olarak diyorum ki turşu velinimettir, soframızdan eksik olmasın. Mevsimi geldiğinde turşuyla ilgili de yazı yazmak farz oldu, yazarken fark ettim ki benim de canım çekmiş. Konumuz turşunun temel taşı sirke aslında. Buraya kadar anlatmaya çalıştığım toplumun her konuda muhafazakar ve gelenekçi takıldığını zannederken büyük bir paçozluğa bürünmesiydi. Kendi içinde var olan akışı görmeyip onun yerini moda olan başka şeylerle doldurma çabasını anlatmaya çalışıyorum. Bir sirkeden nerelere geldik?

Sirke meyvelerin fermente işleminden geçmesi sonucu oluşan keskin sıvı. Ama aynı zamanda hem vücudu, hem evi, eşyaları, kıyafetleri, hem enerjiyi temizleyen muazzam bir iksir. Üstelik yapımı da öyle aman aman bir işlem değil. Eskiden insanlar sirkelerini de kendileri yaparlarmış ve sirke sadece beslenme için değil tam bir şifalı iksir niyetine kullanılırmış. Bunlar benim kendi aile büyüklerimden bizzat dinlediğim ve yapılışına şahit olduğum bir nevi kültürel miras. Gel gelelim eskilerden de bundan daha fazlası kalmadı ne yazık ki.

Neyse ne diyorduk sirke.

Geçtiğimiz yaz 20 günlük bir tatile çıktık. Döndüğümde buzdolabım şarteli attırmıştı ve çalışmıyordu. Kapağını açtığımda gördüklerimi anlatmak dahi istemem. Bu bambaşka bir yazı konusu ama yolda gelirken sergilerden ne bulduysak almıştık. Şeftali, kavun, vişne, elma benim aklıma ilk gelenler ve o sıcakta onları bozulmadan muhafaza edemezdim. Çürüyüp atılmalarına da gönlüm razı değildi. Öncelikle hava sıcak ve rutubetli olduğu ve eve döner dönmez karşılaştığım korkunç manzaraya müdahale etmem gerektiği için bir iki gün yaz sıcağında oyalandılar. Hal böyleyken hepsini güzelce ayıkladım ve iyi durumda olanlarını reçel yaptım. Ayıkladıkladığım kısımları da meyvesine göre gruplandırıp temiz kavanozlara doldurdum. Birer fiske şeker, birer parça nohut atıp kendi hallerine bıraktım. Ne zaman ki reçellerim pişti, kavanozlara aktardım, işte o zaman tencerelerin içinde kalan reçel kalıntısını kaynamış ılımış su ile eritip sirke namzeti meyvelerimin üzerine boca ettim. Yaklaşık 2 hafta sonra üzerilerinde deniz anası benzeri bir doku kendiliğinden oluşmaya başlamıştı. Bu dokuya bizde 'sirke ebesi' derler ama kimi ana diyor kimi maya diyor. Sonuç olarak o yapı oluşmaya başladığı zaman bilin ki bu işi başardınız demektir, ama süreç bu kadarla bitmiyor.

Benim için bu büyük bir kurtarma operasyonuydu. Bu sayede şişeler dolusu, litrelerce sirkem oldu. Hem de birbirinden farklı değişik aromalarda. Bu motivasyonla artık kimse beni sirke yapmaktan alıkoyamaz olmuştu. Evde boynunu büken her meyve sirkeye dönüşür olmuştu. Eve her gelene ya da evine her gittiğime bir şişe sirke götürür olmuştum ve dahası her gün bir yemek kaşığı sirke içmeyi alışkanlık haline getirmiştim.

Evimdeki 20'den fazla farklı çeşitlerde sirke var. Her geçen gün yenileri ekleniyor aralarına. En nihayetinde hava kirliliğinden midir, yetiştirilmesinde kullanılan hormonlardan ya da tarım uygulamalarından mıdır bilinmez meyveler çok çabuk bozuluyor. Burada hem çiftçinin emeğine hem de harcadığınız paraya yazık.siz de evinize aldığınız meyveleri sirkeye dönüştürebilirsiniz. Bunun için ayrı bir bütçeye gerek yok. Besin olarak tüketmekten hoşlanmasanız bile ev temizliğinde, inatçı lekelerde filan kullanırsınız.

Bir sonraki yazım da sanırım sirke ile ilgili olacak. O güzel güne kadar sağlıcakla kalın.